RSS

Etiket arşivi: gözdeki tasarım

GÖZÜN KUSURSUZ TASARIMI-2

GÖZDEKİ SIVILAR

Gözün iç boşluğu üç bölüme ayrılmıştır. Gözün önünde iki oda vardır. Bunlardan ön oda göz akının ön parçası olan korneanın arka yüzü ile iris arasındadır. Arka oda ise irisle göz merceği arasında kalan dar bir aralıktır. Gözün ortasında ve göz merceği arkasında geniş bir boşluk bulunur. Bu odaya karanlık oda denir. Burası saydam, renksiz, parlak bir sıvı ile doludur. Bu sıvı camsı sıvı olarak adlandırılır.

Jelatinimsi kıvamlı bu sıvı, retina ile mercek arasındaki boşluğu doldurarak merceğin yerinde kalmasını sağlar. Yine irisle mercek arasındaki arka odacıkla, irisle kornea arasındaki ön odacık da sıvı ile doludur. Bu sıvı ise kirpiksi cisim tarafından devamlı salgılanır. Odacıklardaki sıvının görevlerinden biri, kan damarlarından yoksun olan kornea ve merceğin beslenmesini sağlamaktır.

Göz içi sıvısı gözün içindeki organellerin beslenmesi için gerekli maddeleri (tuzlar, şekerler, mikrop öldürücü maddeler gibi) içerir. Bu maddeler kirpiksi yapı içerisinde bulunan mikroskobik pompalar aracılığıyla damarlardan emilir ve sıvının içine karışır.

Göze hayat veren bu besin kaynağı sıvı, durağan ve hareketsiz değildir. Aksine, sürekli bir dolaşım halindedir. Ufacık boşluktaki bu sıvı aynen okyanuslardaki temel su akıntısı prensibi doğrultusunda bir sirkülasyon gerçekleştirir. (Soğuk akım aşağıdan, sıcak akım yukarıdan akar.)

Bu muhteşem mekanizma sadece besini ve mikrop öldürücüleri eşit olarak dağıtmakla kalmaz. Aynı zamanda son derecede hassas ve mikroskobik bir kontrolle atıkların dışarı atılmasını sağlar. Odacıklardaki sıvının ikinci görevi ise iç basınç oluştururak göz küresinin şeklinin sabit kalmasını sağlamaktır.
GÖZ İÇİ BASINCI 
Göz, esnekliği çok sınırlı bir küre gibi düşünülebilir. İçerdiği peltemsi sıvı küreye bir miktar iç basınç yapar. Bu iç basıncın şiddetini ise saydam sıvının miktarı belirler.

Saydam sıvı, kirpiksi cisim tarafından salgılanır. Sıvı, kirpiksi cisimden arka odaya (saydam tabakaya), daha sonra da gözbebeğinden geçerek ön odaya gelir ve korneanın arka yüzüyle irisin ön yüzü arasındaki dokular tarafından geri emilir. Bu salgılama ve boşaltım işlemlerinde dengesizlik olması göz içi basıncını etkiler.

Üretilen ve emilen saydam sıvı miktarı eşit olduğunda, sürekli bir sıvı akışı sağlanır, böylece gözün içindeki sıvı hacmi değişmez. Ama saydam sıvının üretimi artar, emilimi azalır ya da akışı engellenirse göz içi basıncı yükselir.

Mevcut sistemi bir kez daha gözden geçirelim. Sözü edilen sıvı çok hassas bir denge ile üretilmekte, fazla sıvı aynı hassas denge sayesinde geri emilmektedir. Dikkat edilmesi gereken, bu döngünün bütün insanların gözlerinde her an süregeldiğidir.

Gözün içi, suyu bir taraftan doldurulurken bir taraftan da boşaltılan bir akvaryuma benzer. Eğer suyun tahliyesi engellenirse akvaryum taşar veya suyun eklenmesi aksarsa akvaryum boşalıp kurur. Benzer şekilde birçok sanayi tesisinde, kimyasal tesislerde bulunan sıvı tanklarının içerdikleri sıvı miktarları bilgisayarlarla yönetilen son derece hassas elektronik kontrol sistemleri sayesinde dengede tutulur. Çok ince ölçüm ve hesaplamalar gerektiren bu kontrol sistemleri uzman mühendisler tarafından programlanır ve denetlenir. Sistemde meydana gelen aksaklıklar ise büyük facialara neden olabilir.

Göz içi sıvısı gibi milimetrik hacimlerin denge mekanizmasını sağlamak ise çok daha büyük ve hassas hesaplamaları gerektirir. Çünkü bu hesaplamalarda milimetreden çok daha küçük birimlerde yapılacak bir yanlışlık gözün kör olmasıyla sonuçlanır. Ancak sağlıklı bir göz içindeki sıvının bu döngüsü bir ömür boyu hiç şaşmadan sürer gider. Yalnızca böyle bir sıvının göz içerisinde bulunması bile büyük bir mucize iken bu sıvının aynı zamanda kusursuz bir döngü içinde olduğunu bilmek, insanın üzerinde düşünmesini gerektiren bir durumdur.

Peki son derece hassas bir dengesi olan göz içi sıvısının hacminde bir değişim olursa, yani akvaryum taşacak kadar suyla dolarsa ne olur? Bu sıvının emiliminde bir yavaşlama ya da üretiminde gereksiz bir artış olursa sonuç son derece acı verici olur. Glokom hastalığı adı verilen bu durumda göz içi basıncı hızla artar. Patlamak üzere olan bir balon gibi şişen göz, insana dayanılmaz acılar verir, sonuç genellikle körlüktür. İyice gerilen ve şişen göz en küçük bir darbe sonucunda yırtılır.

Doğal olarak bu yazıyı okuyuncaya kadar gözünüzün içine bir sıvının doldurulup boşaltıldığını bilmiyordunuz. Tıpkı diğer insanlar gibi. Ama bazı insanlar böyle bir mucizenin gözlerinin içerisinde olduğunu çok acı bir şekilde öğrenirler: glokom hastalığına yakalanarak. Glokoma yakalanan bir insan, çektiği büyük acılar yüzünden sağlığının ne kadar önemli bir nimet olduğunu anlar. Genellikle ağır hastalık geçiren her insan gibi son çare olarak kendisini yaratan Allah’a yalvarır.

Sizin bu hastalardan farkınız, bu mucizenin varlığını acı çekerek değil yalnızca bu yazıyı okuyarak öğrenmiş olmanızdır. Ama bu, ömür boyu acı çekmeyeceğiniz anlamına gelmez. Eğer Allah dilerse böyle bir hastalık veya çok daha acı verici bir başka hastalığı vesile kılarak sağlığınızın değerini ve şükretmeniz gerektiğini size hatırlatabilir. Ancak asıl makbul olan insanın, başına bir sıkıntı gelmesini beklemeden Allah’a yönelip dönmesi, O’na şükretmesi, Allah’ı sürekli anarak O’nu en içten bir saygıyla övüp yüceltmesidir.

Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerin kıyamet günü zanları nedir? Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan (Fazl) sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)

İRİS, GÖZÜN IŞIK AYARLAYICISI

Korneanın (saydam tabakanın) arkasında yer alan iris, retinayı gereksiz ışınlardan korur. Çevresinde bulunan iki kas sayesinde gözbebeğinin boyutunu ışık şiddetine göre ayarlar (şekil 1.11 ve 1.12). Kaslardan biri tıpkı bir kese bağı gibi gözbebeğini daraltır. Göz bebeğinin etrafında papatya yaprakları gibi dışa uzanan diğer kaslar ise ışığın şiddeti azaldığında göz bebeğini büyütürler. Bu sayede gözün içine giren ışık miktarı sabit tutulur.

Aksini düşünelim. Eğer böyle bir mekanizma olmasaydı göz kendisini değişen ışık miktarına göre ayarlayamayacaktı. Normalde, çok küçük orandaki bir ışık değişiminde bile göz, uzun süre kamaşacak, görme ile görememe arasında uzun bir zaman geçecekti.

Uzun süre aydınlık bir ortamda bulunduktan sonra karanlık bir ortama geçildiğinde gözde meydana gelen kamaşmanın iki nedeni vardır. Birincisi, karanlıkta retina duyarlılığının artmasıdır; ikincisi ise, iristeki kasların harekete geçmeleri için kısa bir sürenin gerekmesidir. Karanlık bir yerden birden aydınlık ortama geçildiğinde, göz bebeği kısa bir süre genişliğini korur. Göz ışıkta kaldıktan ancak 0.04-0.05 saniye sonra göz bebeği iristeki kasların yardımıyla daralmaya başlar ve bu daralma 0.1 saniyede maksimuma ulaşır.

İristeki kasların yardımıyla göz bebeğinin daralma süresi 0.1 saniye değil de daha uzun bir zaman alsaydı o süre yarı kör olarak geçirilir ve bu büyük bir rahatsızlık meydana getirdi. Ancak böyle olmamaktadır. Gözdeki mükemmel tasarım sayesinde her an zorlanmadan ve rahatsızlık duymadan çevremizi görebiliriz.

İris, sahip olduğu pigmentli hücreler sayesinde aynı zamanda göze rengini veren organdır. İrisin rengi tıpkı deride olduğu gibi mevcut pigment çeşidine ve miktarına bağlıdır. Açık renk derili insanların gözleri mavi, yeşil ya da açık gridir. Koyu renk derili insanların gözleri ise genelde koyu kahverengi veya siyahtır.

GÖZ BEBEĞİ


(Şekil 1.11) Göze giren ışık miktarını ayarlayan iris ve iriste bulunan kaslar.

Gözbebeği dediğimiz şey aslında iris içindeki bir çukurdur. Gözbebeği kasılarak ve genişleyerek gözün içine girecek ışık miktarını çok kısa bir sürede ayarlar. Genel olarak, her iki göz de aynı miktarda ışık alır; fakat gözlerden birine düşen ışık miktarı değiştirildiğinde, sadece bir gözün gözbebeğinde değişiklik olmaz, diğeri de hemen buna katılır.

Göze giren ışık miktarı, gözbebeği açıklığının derecesine göre yaklaşık 30 kat değişebilir. Örneğin bir flaş patlaması ile 0.1 saniyede yapılacak değişim sonucunda gözbebeği hemen ayarlanıp ışığı kırar.

Işık göze girdiği zaman, bu sinirsel bir uyarı olarak beyne gider. Beyne sadece ışığın varlığı değil aynı zamanda şiddeti de bildirilir. Beyin de hemen geri sinyal göndererek göz bebeğini çevreleyen kasların ne kadar kasılacaklarını veya ne kadar genişleyeceklerini bildirir. Bütün bu haberleşme, hesaplama ve fonksiyonlar ise saniyeden daha alt birimlerdeki bir zaman aralığında gerçekleşir.


(Şekil 1.12) Göz bebeği gözün içine giren ışık miktarını ayarlar. Yoğun ışıkta daralan göz bebeği (a) göze giren ışık miktarını azaltır. Karanlık ortamda ise genişleyerek (b) göze daha çok ışık girmesini sağlar. Saniyenin onda biri kadar kısa bir sürede göze giren ışığın hesaplanması ve bu hesaba göre göz bebeğinin büyüklüğünü ayarlaması oldukça karmaşık ve gelişmiş bir sistem sayesinde olur. İnsanda daha anne karnındayken yaratılan böyle bir sistemi hiç tesadüfen bir araya gelen atomlar oluşturabilir mi?

Beyin ile iris kasları arasında oluşan bilgi alışverişi, ilk okuyuşta sıradan biyolojik bir ayrıntı gibi gözükebilir. Ancak biraz düşünüldüğünde bunun hiç de ayrıntı bir bilgi olmadığı aksine çok önemli bir mucize olduğu hemen anlaşılacaktır.
Göze gelen ışığın şiddetinin otomatik olarak ölçülmesi ve bu bilginin beyne haber verilmesi, beynin de duruma göre iris kasları sayesinde içeri giren ışığın şiddetini ayarlaması, istisnasız şimdiye kadar yaşamış olan ve şu anda yaşayan bütün insanların beyninde bu ince ve karmaşık hesaplamaların gerçekleşiyor olması çok açık bir yaratılış mucizesidir. İnsan bedeninde yaratılmış olan bu muhteşem sistemle ilgili bilgi sahibi olmak, insanın kendisini yaratanın gücünü ve ilmini görüp O’nu gereği gibi takdir edebilmesi için bir vesiledir. İnsana düşen ise tüm evrenin yaratıcısı olan Allah’a şükretmek ve Allah’ı hoşnut edecek davranışlarda bulunmaktır. Allah bir ayetinde ayetlerinden yüz çevirenleri “zalim” olarak nitelendirmektedir:

Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir?… (Kehf Suresi, 57) 

AYDINLIĞA VE KARANLIĞA UYUM

Buraya kadar anlatılan ayrıntıların varlığını kendi gözünüzde inceleyebilirsiniz. Karanlık bir yere ilk girdiğiniz anda etrafınızdaki eşyaları çok zor seçebilirsiniz. Bunun sebebi, retinanızın duyarlılığının o an için çok düşük olmasıdır. Fakat 1 dakika gibi kısa bir süre içinde duyarlılık 10 kat artar. Retina daha önce uyarılması için gereken ışık şiddetinin onda biriyle uyarılabilir. 20 dakika sonra duyarlık 6.000 kat artar ve 40 dakika sonra yaklaşık 25.000 kat yükselir. Göz, ışığa duyarlılığını 500.000 ile 1.000.000 kat gibi büyük sayılar arasında değiştirebilir. Duyarlılık aydınlanma derecesine göre otomatik olarak ayarlanır.

(Şekil 1.13) Göz bebeğinin çapını değiştiren kaslar. Bu kaslar beyinden aldıkları emir sonucunda kasılarak veya gevşeyerek göz bebeğinin boyutunu değiştirirler. Bu sayede göze giren ışık miktarı sabit tutulur. Sağda kasların büyütülmüş fotoğrafı görülüyor.

Retinanın görüntüyü kaydetmesi için objedeki hem karanlık hem de aydınlık noktaların belirlenmesi gerekir. Bu nedenle duyarlılığın reseptörlerin daima daha karanlık değil daha aydınlık olanlara cevap vereceği şekilde bir ayarlama yapılmalıdır.

Retinanın duruma göre kendisini ayarlamasına örnek olarak, sinemadan parlak gün ışığına çıkıldığı zamanları verebiliriz. Bu sırada cisimlerdeki koyu noktalar bile son derece aydınlık görülür. Kontrast çok az olduğu için bütün görüntü beyazlaşır. Kuşkusuz bu yetersiz bir görmedir ve retina, cismin koyu noktaları alıcıları aşırı uyarmayacak kadar uyum gösterince rahatsızlık kaybolur. Tersine, kişi karanlık bir ortama girdiğinde, başlangıçta genellikle retina duyarlılığı çok hafif olduğundan cisimlerdeki aydınlık noktalar bile retinayı uyaramaz. Fakat karanlığa uyumdan sonra aydınlık noktalar kaydedilmeye başlar. İleri derecede aydınlık ve karanlığa uyuma örnek olarak, güneşin ışık şiddeti ayınkinden 30.000 kat daha fazla olduğu halde gözün hem parlak güneş ışığı hem de ay ışığında görev yapması gösterilebilir. Arthur C.  Guyton, Tıbbi Fizyoloji,  7.b., Merk Publishing, 1986, s. 1031

GÖZ MERCEĞİ, GÖZÜN OBJEKTİF AYARI

Göz merceği, iris ile gözbebeğinin hemen arkasında yer alır. Görevi göze gelen ışık ışınlarını kırarak ağ tabakaya odaklamaktır. Şeffaf, katı, elastik ve sarımsı renkte olup protein liflerinden oluşmuştur. İki kenarı da dışbükey olan bu saydam yapının şekli büyüteç merceklerine benzer.

Lensin (göz merceği) şekli, etrafında bulunan kaslar yardımıyla değişebilir. Bu sayede göze farklı açılardan gelen ışık sürekli ağ tabakaya odaklanır. Örneğin, yakına bakıldığında göz merceğinin çevresindeki kaslar kasılır, merceğin ortası bombeleşir. Uzağa bakıldığında kaslar gevşer, mercek uzayarak incelir ve uzaktaki nesnelerin görüntüleri netleştirilir.

Lenste de korneada olduğu gibi kan damarları bulunmaz ve lens göz sıvısı ile beslenir.

Lens insan hayatı boyunca büyümeye devam eder (ama gittikçe yavaşlayan bir oranda) ve bu süreç sonunda elastikiyetini kaybeder. En yaşlı kısımlarda hücre katmanları tamamen izole olup yeterli besin ve oksijenden mahrum kalır ve ölürler. Sonunda mercek sertleşir ve kavisleşmesi zorlaşır. Yakın mesafe görüşüne adapte olabilme kabiliyeti kaybolur. Bu durumda insanlar gazeteyi okuyabilmek için yazıyı bir kol boyu uzak tutmaya çalışırlar. Yakın mesafe görüşlerini desteklemek için de gözlük kullanılmaya başlanır.

Göz merceğinin sahip olduğu özellikleri bir ömür boyu koruyamaması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Tıpkı vücuttaki diğer organlar gibi göz de yaşlanma sürecinde mükemmelliğini kaybeder. Bu vesileyle Allah insanda, yaş ilerledikçe yaşlanmanın alametlerini gösterecek izler oluşturur. Dünya hayatının geçici olduğu, insan bedeninin bir gün yok olacağı gibi gerçekler buna benzer pek çok vesile ile bize hatırlatılır. Düşünen ve aklını kullanan insanlar için her gördüklerinde ibretler vardır.

Göz merceğinin görevi kamera merceğinin görevi ile aynıdır. Kamera objektiflerinde, ışığın uzaklığa göre istenilen bölgeye odaklanması için elle veya otomatik olarak mercek ayarı yapılır. Gelişmiş bir kameraya yakından bakıldığında mesafe ayarı yapılırken objektifin kendi ekseni etrafında döndüğü görülür. Bu ayarın yapılması için geçen zamanda görüntüde bir bulanıklık olur.

(Şekil 1.14) Göz merceğininin kasılıp gevşemesini sağlayan kasların bağlı olduğu lifler. Bu liflerin yaptıkları hassas ayar sayesinde görüntü retinaya doğru açıda ulaşır.

Göz merceğinin yapısı yukarıda bahsedilen kameralardan kat kat daha üstündür. Öncelikle göz merceğinin boyutu kamera objektiflerine göre çok küçüktür. Objektiflerin yapımında da göz merceğinin çalışma ilkeleri taklit edilmiştir. Kameralarda kullanılan objektifler yıllar süren araştırmalar sonucunda bugünkü teknolojik düzeylerine kavuşmuşlardır. Bilimadamları göz kadar mükemmel bir optik sistem yapmayı henüz başaramamışlardır.

Gözünüz bir kamera gibi sık sık arıza yapmaz, bakıma ihtiyaç duymaz. Bir kamera özel fabrikalarda, birçok farklı materyal (plastik, metaller, cam vs.) kullanılarak, mühendislerin tasarımlarına göre, bu konuda uzman teknisyenler tarafından üretilir. Göz ise anne karnında tek bir hücrenin bölünerek çoğalması sonucunda oluşmuştur.

Başınızın üzerine bir kamera bağlayıp, çekim yaparken koşsanız veya yürüseniz, kaydedilen görüntüde kaymalar ve sarsıntının izleri olur. Oysa tıpkı başınızın üzerine bağlanmış bir kamera gibi çekim yapan gözünüz yürürken hiçbir rahatsızlık hissettirmez. Görüntüde bir sarsıntı veya kayma olmaz.

Akla gelebilecek bir başka soru merceği oluşturan kasların neden ışığı retinaya düşürmek istedikleridir. Hiçbir insanın aklında ”gözüme giren ışınları retina tabakasına düşüreyim de rahat göreyim” diye bir düşünce yoktur. Genelde çoğu insanın ne retinadan ne de göz merceğinden haberi vardır. Ama bu küçük organlar gün boyu insanlar için akıl almaz hesaplar gerektiren işlemler yaparlar. Merceğin böyle bir şeyi kendi kendine yapması için retinanın görevini, görmenin nasıl bir şey olduğunu, beynin yapısını, fotonların ne işe yaradıklarını bilmesi gerekir. Ancak bu şekilde üzerine düşen ışığı retina üzerine sürekli odaklamaya çalışacaktır.

Elbette ki ne merceğin ne de merceği oluşturan hücrelerin kendilerine ait bir iradeleri yoktur. Mercek, kornea, iris, retina, bunları oluşturan hücreler, etraflarındaki kaslar, beyin, hepsi Allah’ın kendilerine ilham ettiği şekilde görevlerini yine Allah’ın izniyle gerçekleştirirler.
Retina

Retina, kornea ve mercekten kırılarak geçen ışınların düştüğü tabaka, diğer bir deyimle görüntünün oluştuğu bölgedir. Buraya düşen görüntü elektrik sinyallerine çevrilerek beyne gönderilir (Şekil 1.15).

(Şekil 1.15) Göze giren ışık sırasıyla kornea, göz bebeği ve göz merceğini geçtikten sonra retinaya düşer. Burada bulunan ve çok karmaşık elektronik devreleri andıran hücreler, ışığı elektrik sinyallerine çevirerek beyine gönderirler. Işık enerjisinin belirli şiddetlerdeki elektrik enerjisine dönüştürülmesini ve bu sayede beyinde görüntü oluşması sağlayan sistem son derece karmaşık ve gelişmiştir. Böyle bir tasarım ise Allah’ın kusursuz yaratışını kanıtlar.

Kamera için film ne demekse göz için de retina aynı anlamı taşır. Tıpkı fotoğraf filminin objektifin arkasında bulunması gibi, retina gözün arkasında bulunur ve odaklanan nesnenin görüntüsü burada oluşur.

Fotoğraf makinelerinde bir imajın görüntüsü kaydedildikten sonra film bir sonraki kareye geçer. Buna karşın üzerine her an farklı bir görüntü düşen retinanın değiştirilmesine gerek yoktur çünkü kendi kendini yeniler. İnsanın yaşamı boyunca oluşan, sayılamayacak kadar farklı imajı, eskimeden ve bozulmadan görüntüler, üstelik bir ömür boyu kullanılır. Ben Esterman, Eye Book, Virginia: Great Ocean Publishers, 1977, s. 290

Retinanın yapısı ise oldukça ilginçtir. Retinadaki hücreler üstüste yerleşerek son derece ince, 11 ayrı tabaka oluştururlar (şekil 1.16-1.17). Görüntünün düştüğü nokta 9. kattadır. Bu noktanın çapı yaklaşık 1 milimetredir. İnsan bir bakışta kilometrelerce karelik alanı bu nokta üzerinde görür. İnsanın bütün dünyasının bu küçücük alan üzerinde oluştuğu, bugüne kadar gördüğü herşeyin varlığının bu küçük alan sayesinde algılandığı ve bu noktanın da sonuçta çok küçük bir et parçası olduğu gerçeği hiç unutulmamalıdır.


(Şekil 1.16) Işık enerjisini elektrik enerjisine çevirmek gibi son derece karmaşık bir işlemi yapan retinanın, elektron mikroskobuyla çekilmiş fotoğrafı. Fotoğrafta retinayı oluşturan hücreler görülüyor. Retinadaki hücrelerden tek birinin var olması bile çok büyük mucize iken, bu hücrelerin dört farklı çeşidinin bir araya gelerek onbir farklı katman oluşturması, dahası ortaya çıkan yapının bilgisayarlardan çok daha üstün bir işlem kabiliyeti olması mucize kelimesinin bile yetersiz kaldığı bir durumdur.

Retinanın arka tarafında, ışığı algılayan çubuk ve koni hücreleri bulunur. Bu iki tip hücrenin görevi, üzerlerine düşen ışığı elektrik sinyallerine çevirmektir. Mikroskop altındaki biçimleri nedeniyle bu isimlerle adlandırılırlar. Çubuk hücrelerin sayısı 120 milyon, konilerin sayısı 6 milyondur. Yani gözde bir koni hücresine karşılık 20 çubuk hücresi vardır.

Sadece dış görünüşleri ve sayıları değil, bu hücrelerin algılama şekilleri de farklıdır. Çubuk hücreleri hafif ışığa bile yanıt verebilirler. Koni hücrelerinin çalışabilmeleri için ise daha güçlü ışık gerekir.

Çubuk hücreler yalnızca ışığa karşı duyarlıdır. Yani nesnelerden gelen ışığa göre ancak siyah-beyaz bir görüntü oluştururlar. Çubuk hücreleri az ışıkta bile görev yapabilecek kadar duyarlıdırlar. Ancak nesnelerin ayrıntılarını çözümleyip, renklerini saptamazlar.

Gece yıldızlara bakarken ya da karanlık bir sinemada koltuk bulmaya çalışırken gözümüzün retinasındaki çubuk hücrelerin sağladıkları görüntü sayesinde hareket ederiz. Retinadaki çubuklar yalnızca ışığa karşı hassas oldukları için oluşan görüntüde sadece şekiller belirgindir, renkler ise belirgin olmaz. Bu yüzden karanlıkta bütün nesneler siyah ve grinin tonları şeklinde algılanır. Jillyn Smith, Sense and Sensebilities, Wiley Science Edition, ss. 60-61 

Yukarıdaki satırlarda, koni ve çubuk hücrelerinin ışık enerjisini elektrik enerjisine çevirdiklerinden bahsettik. Bu çevrim son derece karmaşık bir olaydır. Bu mucizevi işlem nasıl gerçekleşir? Niçin, nasıl ve hangi mantıkla bir hücre ışık enerjisini elektrik enerjisine çevirir? Bu bilgiye nasıl sahip olmuştur? Sahip olduğu yapısal özellikleri -ki bu son derece özel bir yapıdır- nasıl kazanmıştır? Dahası enerji dönüşümü yapabilmelerinin ötesinde bu hücreler renk ve şekil gibi kavramlara göre iş bölümüne sahiptirler. Bu kadar özel bir yapı ve iş bölümünü hücreler nasıl gerçekleştirmişlerdir?


Retina hücreleri arasındaki organizasyon, en karmaşık elektronik devrelerden bile daha gelişmiştir.


(Şekil 1.18) Koni ve çubuk hücrelerinin kırkbeşbin kere büyütülmüş fotoğrafı. Fotoğrafta daha kalınca gözüken koni hücreleri renkleri, daha ince gözüken çubuk hücreleri ise cisimlerin şekillerini algılar. Bugüne kadar gördüğünüz her görüntü aslında fotoğrafta görülen bu iki çeşit hücrenin beyninize gönderdiği elektrik sinyallerinden başka birşey değildir.

Bir koni veya çubuk hücresi tek başına hiçbir işe yaramaz. Hatta bu hücrelerin binlercesinin birarada bulunması da hiçbirşey ifade etmez. Bu hücrelerin muhteşem bir planlama sonucunda retina üzerine özel olarak yerleştirilmeleri, kendilerini beyine bağlayacak sinir yollarına, üzerlerine ışığı düşürecek mercek, kornea gibi organellere, kendilerini besleyecek bir kılcal damar ağına sahip olmaları gerekir. Bütün bunların yanında eğer gönderdikleri sinyalleri çözecek bir beyin olmasa varlıklarının hiçbir anlamı olmaz. Üstelik insan ilk ortaya çıktığından beri bu sistem eksiksiz olarak var olmalıdır. İlk insandaki daha sonra yaşamış olan bütün insanlardaki retina da bu özelliklere sahiptir. Şu anda çevrenizde gördüğünüz insanların gözlerindeki retina hücreleri de bu bilgilere sahiptir.

Işığı elektrik enerjisine çevirebilme yeteneğine sahip tek bir hücrenin olması bile büyük bir mucize iken, bu hücreden milyonlarcasının bir düzen içinde bulunmaları ve ortak bir amaca hizmet etmeleri çok daha büyük bir mucizedir. Korneada bulunan milyonlarca koni ve çubuk hücresinin gözün diğer organelleri ve beyin ile birlikte Allah tarafından yaratıldıkları çok açıktır. Allah insanı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır. Kendisinden başka ilah olmadığını Allah bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mümin Suresi, 65)

RETİNANIN DÖRT ALGISI

Retinanın uyarılması sonucunda görüntü hakkında dört tip özellik algılanır. Bunlar ışık, kontrast, şekil ve renktir.

– Işık:

Çubuk hücreleri düşük şiddette ışığı koni hücrelerinden daha iyi algılarlar. Örneğin alacakaranlıkta çubuk hücreleri sayesinde görürüz. Parlak ışıkta ise koniler devreye girerler. Gece gören hayvanlarda bu yüzden çubuk hücreleri çok daha fazladır.

– Şekil:

Cisimlerin şeklini algılamada önemli rolü koni hücreleri oynar. Şekil hissi keskinliği, konilerin birbirine yakın olarak yer aldığı fovea adlı noktada en yoğundur.

– Kontrast:

Kesin sınırlarla ayrılmamış bölgeler arasındaki küçük aydınlatma değişikliklerini algılama yeteneği son derece önemlidir. Birçok hastalıkta kontrast duyarlılığı kaybı görülür ve bu durum hastayı görme keskinliği kaybından daha fazla rahatsız eder.

– Renk:

Işığın farklı dalga boylarının beyin tarafından ayrı ayrı yorumlanması sonucunda renk kavramı doğar. Gözün içinde bulunan ışık alıcısı retina, dalga boylarını ayırt ederek renkleri görmemizi mümkün kılar.

Retinanın, ışığı elektrik sinyallerine dönüştürmesi başlı başına bir mucizedir. Ama retinadaki mucizeler bu kadarla bitmez. Retinada oluşan görüntünün beyne ulaştırılmasında izlenen yöntem tek başına ele alındığında da son derece hayret verici detaylarla karşılaşılır. Retina, üzerinde oluşan görüntüyü bir bütün olarak beyne iletmez.

Önce parçalara ayırır, daha sonra bu parçalar beyinde birleştirilir. Bakılan cismin sol tarafına ait görüntü retinanın sağ tarafına, sağ tarafına ait görüntü ise retinanın sol tarafına düşer. Parçalar saniyenin onda biri kadar kısa bir sürede, ayrı ayrı beyne gönderilip burada yorumlanır. Bunlar retinada meydana gelen olayların çok kısa bir özetidir.

Detaylardaki mucizelere şahit olmak için retinayı daha yakından inceleyelim. Kişinin bir cismi görebilmesi için göze giren ışık enerjisinin sinir uyarılarına dönüştürülmesi zorunludur. Işınlar, görmeyle sonuçlanan kimyasal ve elektriksel reaksiyonları başlatıcı fiziksel bir uyarıya sebep olurlar. Ortaya çıkacak tepkimeler zinciri, koni ve çubuklarda “rodopsin” olarak adlandırılan ve kökeninde A vitamini bulunan bir pigmentin varlığına bağlıdır.

Ağ tabakaya çarpan ışık, rodopsinin renksizleşmesine neden olur. Bu renksizleşme sonucunda sinir hücrelerini uyarma özelliği olan kimyasal bir madde açığa çıkar. Yoğun ışıkta özelliğini yitiren rodopsin, karanlıkta yeniden oluşur.

Karanlık bir salona girildiği zaman kısa bir süre için görme olmaz. Bunun nedeni gözlerde o an yeterli rodopsin oluşmamasıdır. Bu maddenin yeniden sentezlenmesi ile görme tekrar netleşir. Yeteri kadar rodopsin üretilene kadar göz karanlıkta net göremez. Rodopsin dengesinin kurulması ile şekiller gittikçe daha belirginleşir. 

Karanlıktan tekrar parlak ışığa geçildiği zaman rodopsin birdenbire beyne çok miktarda ışık gönderir ve görüş parlaklaşır. Şiddetli ışıkta rodopsinin parçalanması sentezlenmesinden çok daha hızlı olduğu için görmede aksaklık olur. Örneğin güneşli ve karlı havada oluşan göz kamaşmasının nedeni rodopsindir. Rodopsinin çoğu deforme olduktan sonra, beyne daha az sinyal gönderilmeye başlanır ve gözler ışığa adapte olur.

Rodopsinin özelliği yukarıda belirtildiği gibi ışıktan alınan verimi yükseltmesidir. Bu madde tam ihtiyaç duyulan anda gerektiği kadar üretilir. Gözdeki diğer yapılarla birlikte hareket ederek görmeyi kolaylaştırır. Peki bu maddenin üretilmesine ilk olarak kim karar vermiştir? Bir zamanlar karanlıkta göremeyen göz hücreleri kendi aralarında toplanıp, “gelin karanlıkta öyle bir madde üretelim ki bu, ışığın verimini artırsın, bu sayede beyinde yeterli bir görüntü oluşsun, tekrar ışığa çıkıldığında da bu madde özelliğini kendi kendine kaybetsin” diye bir karar mı aldılar? Bu kararın alındığını var sayalım. Rodopsinin fiziksel ve kimyasal yapısını kim dizayn etti? Rodopsine ait genetik bilgiler göz hücrelerine nasıl yerleştirildi?

Burada çok kısaca özetlediğimiz görme işleminin aslında çok daha karmaşık detayları vardır. Ancak sadece rodopsinin görme üzerindeki etkisi bile gözün ne kadar muhteşem bir sistemle yaratılmış olduğunu anlamak için yeterlidir. Bütün bunları hücrelerin kendi kendilerine yapamayacakları açıktır. Gözün içindeki bu son derece iyi hesaplanmış sistemi yaratan Allah’tır.

Ana Renkler

Koni hücrelerinin renkleri algıladıklarına daha önce değindik. Işığın belli renklerine özellikle yoğun biçimde reaksiyon veren üç ana koni grubu bulunmakta olup bunlar mavi, yeşil ve kırmızı koniler olarak sınıflandırılırlar.

Kırmızı, mavi ve yeşil, doğada bulunan üç ana renktir. Bu renklerin farklı kombinasyonlarda ve tonlarda biraraya gelmeleri sonucunda diğer renkler oluşur. Kırmızı ve yeşil renk karıştırıldığında ortaya sarı renk çıkar.

Pigment hücreleri de bu temel fizik kuralına göre çalışırlar; kırmızıya ve yeşile duyarlı olan konilerin eşit ölçüde uyarılmaları sarı renk algısını yaratır. Kırmızı, mavi, yeşil konilerin eşit uyarılması beyaz renk algısını yaratır. Üç ana rengi algılayan hücrelerin farklı şiddetlerde ve kombinasyonlarda uyarılmaları ile insan hayatındaki bütün renkler ortaya çıkar. Yalnız buraya kadar anlatılanlar retina ile ilgili bölümü kapsar ve bir teori olmaktan öteye gitmez. Kaldı ki beynin gelen sinyalleri nasıl deşifre ettiği halen bilinmemektedir.

Görüldüğü gibi renkleri ayırt etmek son derece karmaşık bir iştir. Eğer günümüz teknolojisinden bir örnek verirsek bu işlemin zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. Renkli televizyon ekranları da tıpkı gözdeki sisteme benzer bir şekilde çalışır. Farklı dalga boylarındaki renkler yanyana yakın bir oranla yerleştirilirler. Eğer televizyon ekranından alınan bir resme yakından bakılacak olursa görüntünün kırmızı, yeşil ve mavi renklerde çok küçük alanların birleşmesinden oluştuğu görülür. Biraz geriden bakıldığında renkler tekrar birleşir ve ekrandaki normal renkler ortaya çıkar.

Yukardaki satırlardan anlaşıldığı gibi şu anda sahip olduğunuz görüntünün oluşabilmesi için son derece karmaşık renk ayarlarının yapılması gerekir. Milyonlarca koni hücresinin gönderdiği sinyallerin şiddeti ayarlanmalı, daha sonra bu sinyaller deşifre edilmelidir. Üstelik bu işlem tek bir an ya da bir saat için, tek bir insan ya da binlerce, yüzlerce kişi için yapılmaz. Her insan, hayatı boyunca milyarlarca görüntüyle karşılaşır ve sürekli olarak bu görüntülere ait renk ayarı yapılır.

GÖRME KESKİNLİĞİ

Nokta büyüklüğünde bir toz taneciğine veya yüksek bir tepeden uçsuz bucaksız bir manzaraya bakın hiç fark etmez. Binlerce kilometrenin de, birkaç milimetrenin de görüntüsü retina üzerindeki 1 milimetrekare genişliğinde, sarımtrak bir bölge (macula lutea) üzerine düşer. Arthur C.  Guyton, Tıbbi Fizyoloji,  7.b., Merk Publishing, 1986, s. 1018.

Bu bölgenin çapı yarım milimetreden (0.4 mm.) daha küçük olan merkez bölümünde retina incelmiştir ve hafif bir çukurluk gösterir. Bu yere sarı nokta (fovea centralis) adı verilir. Burası görüntünün en net olduğu merkezdir. Bu alan tamamen koni hücrelerinden oluşur. Bilindiği gibi koniler görüntünün ayrıntılarını görmeye yarayan özel bir yapıya sahiptirler. Görüntü içindeki yüzlerce renk, şekil ve derinlik bu küçücük bölgede en keskin halini alır. Foveanın dışında görme keskinliği 5-10 kat düşer.

Bir cisme dikkatle bakıldığında, gözler bu cisimden gelen ışınları fovea üzerine düşürecek şekilde hareket ederler. Gözün hareketli olması da buna yardımcı olur.

Maksimum göz keskinliğine sahip bir kişi, iğne ucu kadar parlak iki nokta arasındaki bir milimetrelik mesafeyi on metreden algılayabilir.

HAYAT DAMARI KOROİD


(Şekil 1.19) Koroid Tabaka

Göz akıyla retina arasındaki parçaya koroid denir. Bu bölüm büyüklü küçüklü birçok damardan ve gözle görülmeyen milyonlarca kılcal damardan oluşur. Bu kılcal damarlar aracılığıyla retinanın koni ve çubuk hücrelerinden oluşan hassas bölgesine besin taşınır.

Bu sitenin küçük bir bölümünü oluşturan bu konu bile tek başına evrimin ne kadar tutarsız ve gülünç bir iddia olduğunu ortaya koyar ve yaratılış mucizesini bir kez daha gözler önüne serer.

Korneadaki hiçbir hücreyi ihmal etmeden besleyen, milyarlarca bağlantısı olan koroid tabakası olmadan gözün diğer parçacıkları hiçbir işe yaramaz. Böyle bir tabakanın zamanla oluşması ise imkansızdır. Çünkü bütün bağlantılarıyla bir koroid tabakası gözde bulunmazsa mevcut organeller ne kadar mükemmel olursa olsun, asla varlıklarını sürdüremezler.

Bilindiği gibi göz, farklı birçok bölüm ve tabakadan oluşmuş bir organdır. Kornea, sklera, iris, göz bebeği, mercek, göz kapağı, kornea-beyin bağlantısını sağlayan sinirler ve daha birçok ayrıntı ile ancak bir bütün olarak görevini yapabilir. Bu sistemlerden her biri, tesadüfen veya kendi kendilerine oluşamayacak kadar üstün yapıya sahiptir. Gözün görebilmesi için yukarıda sayılan bütün tabaka ve organellerin aynı anda, aynı yerde, şu anki mükemmel uyum, yapı ve bağlantılarıyla bulunmaları gerekir.

Bu durum insan bedeninin bugünkü haline zaman içinde gerçekleşen tesadüfler, mutasyonlar gibi etkenlerle ulaştığını öne süren evrimci iddiaları da tamamen geçersiz kılmaktadır. Böyle bir sistemin yaratılış dışında başka herhangi bir güçle gerçekleşmesi imkansızdır. İnce bir nakış gibi korneayı işleyen ve besin taşıyan koroid tabakası, Allah’ın yaratma sanatının eşsiz bir örneğidir.

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

RETİNANIN BOYASI

Göze giren ışık, koni ve çubuk hücrelerini uyarabilmek için iki tabakadan geçer. Bu hücrelerin arkasında siyah bir pigment içeren melanin tabakası bulunur. Melanin, retinadan geçen ışığı emer, böylece ışığın geri yansımasını ve göz içinde dağılmasını engeller. Eğer bu tabaka olmasaydı gözün içine giren ışık her yana dağılır ve görüntü oluşmazdı. Pigment tabakasının görevi, kamera ve fotoğraf makinelerinin objektiflerine sürülen siyah boyanın (magnezyum tabakası) görevi ile aynıdır.


(Şekil 1.20) Gözün dış tabakasının (göz akı) hemen altında oldukça karmaşık bir dolaşım sistemi vardır.

Konuya bir başka açıdan bakalım. Fotoğraf makinesinin merceği hakkında basit bir soru sorulsa, bu magnezyum karışımlı boyayı merceğe kim sürdü denilse, cevap hemen verilirdi: Mercek, üretildiği fabrikada, özel cihazlar tarafından boyanmıştır. Boyama fikri ise ışığın kırılmasını hesaplayan mühendisler tarafından ortaya atılmış, yapılan deneylerle boyama tekniği mükemmel bir seviyeye çıkarılmıştır.

Acaba aynı soru göz için sorulsa cevap ne olurdu?

Fotoğraf makinesinden çok daha üstün bir yapıya sahip olan göz, elbette kendi kendine tesadüfen değil, kendisini yaratan üstün bir akıl tarafından varedilmiştir.

Çok ilginçtir ki bazı insanlar fotoğraf makinesi gördükleri zaman onu yapan teknolojiye hayran kalırlar, ama çok daha üstün yapıda bir göz gördükleri zaman varlığını tesadüflere bağlarlar. Evrim denilen sahtekarlığa aldanıp yaratıcılarını inkar ederler.

Allah, yarattığı sistemin kusursuzluğunu insanlara göstermek için ibret olabilecek örnekler yaratmıştır. Örneğin, gözün içindeki melanin tabakasının önemi, “albino” hastalığı olan bir kişi incelendiğinde anlaşılır. Albinoların gözlerinde ve vücutlarında pigment maddesi bulunmaz. Albino bir kişi aydınlık bir ortama çıktığında, göze giren ışık, retinada pigment bulunmadığından, her yöne yansır. Bu yüzden kişiyi rahatsız edici parlak bir görüntü oluşur. Solmaz Akar, Focus, Mart 1996, s. 21

GÖRME ALANI


(Şekil 1.21) Her gözün görme alanı buruna yaklaştıkça daralır. İki gözden gelen görüntüler beyinde kusursuz bir geometride birleştirilir.

Gözün dış dünyayı gördüğü toplam açıya görme alanı denir. Görme alanının en geniş yeri dıştadır ve önünde görüşü kısıtlayacak engel bulunmaz. İç tarafa doğru görme alanı daralır. (Şekil 1.21) Bu daralmanın son derece hikmetli bir sebebi vardır: İki gözün arasında bulunan burun, bu daralma yüzünden görme alanına girmez.

Eğer görme alanı iç tarafa doğru daralmasaydı ne olurdu? Böyle bir durum söz konusu olsaydı, burun görme alanı içine girerek son derece rahatsız edici bir engel teşkil edecek, insanlar gün boyu kendi burunlarının görüntüsü ile muhatap olacaklardı. Oysa Allah’ın gözde yarattığı bu özellik sayesinde günlük yaşamda burnunun varlığı insana hiçbir rahatsızlık vermez.

GÖZDEKİ KİMLİK

Parmak izleri kişiden kişiye farklılık gösterir. Tıpkı parmak izleri gibi, her insanın irisi üzerindeki izler de, diğer bir insanın irisi üzerindeki izlerden farklıdır. Bu farklılığın nedenleri; bağ dokusundan oluşan ağ, temel doku lifleri, kirpiksi yumurtalar, kasılma izleri, damarlar, halkalar, renk ve lekelerdir.

Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insanın her birinin gözü farklı yapıdadır. Hatta her ne kadar çok benzeseler de aynı insana ait iki kahverengi göz, hiçbir zaman birbirlerinin aynısı değildir.

 
 

Etiketler: , , , , , , ,